Yanında mı Karşısında mı?
Eski adıyla Twitter, şimdiki adıyla X’de bir sohbet odasındayım, sohbet odası deyip de geçmeyin gerek konuk gerekse de konuşmacı olarak iki yılı aşkın süredir çok kıymetli konuklar ve konulara şahitlik ettim bu sohbet odalarında. Ancak bu gece, belki de yıllar sonra makale yazmama sebep olacak sözler duydum Naim Akbey Abimin odasında. Özellikle Mısır sınırındaki Refah Kapısının kapatılmaması için İstanbul Bebek’te bulunan Mısır konsolosluğu önünde yapılan protestoya destek için açılmış bu sohbet odasında…Bir süre sonra işin rengi değişti. Evvela Gazze’de bombardımana şahit olan bir konuğun anlattıkları, tüm bildiğimiz insanlık dışı İsrail hamlelerini bize bir kez daha hatırlatırken, kendime şu soruyu sordum; “Elimden ne gelir?” dahası bu soruyu cevaplamazsam veya vereceğim cevap beni mutmain etmezse, boğazıma oturmuş ve adeta kuru bir poşet gibi takılmış olan tükürüğümü asla yutamayacağımı biliyordum. Kavli duadan başka, fiili duada kendimi vicdanıma ne ile şahit tutabilirdim insanlığım namına? Aklıma hemen şu kıssa geldi, rivayet olunur ki;
Hz. Yusuf kuyudan çıkarılıp, köle pazarında satılığa çıkarıldığında, diyarın zenginleri müşteri olmak için sıraya geçmişler. Sandık dolusu cevherlerle sıraya girenlerin asayişini sağlayan askerin dikkatini yaşlıca bir kadın çekmiş. Üstü başı yamalı, saçı başı dağınık ve yaşlı derken seksen küsur yaşında, gözleri neredeyse görmeyen bir hatun kişi. Belli ki Hz. Yusuf’a müşteri olabilecek yaşta da değil, maddi güce de sahip değil. Zaten bir hayli kalabalık olan ve asayişte zorlanan asker, kadının yanına yaklaşıp, bu konuda onun hiç şansı olmadığını kibarca söylemeye çalışmış;
“Teyze, belli ki gözlerin görmez, bunca hazineyle fiyat biçilen Yusuf’un satıldığı, köle pazarı sırasındasın, bedava yiyecek zannederek, dahil mi oldun?”
“Yok evladım, bilirim Yusuf’a müşteri olanların listelendiği sırasıdır bu”
“Senin neyin var ki teyze, Yusuf’u alasın karşılığında”
“Oğlum, kör gözlerimle dün gece, yamalı kıyafetimden söktüğüm ipe attığım kırk düğüm vardır elimde”
“Teyze, gözlerin kördür belli, sıraya girenlerin hazineleri karşılığında, senin kırk düğüm attığın ipin sözü mü olur? Belli ki gözlerin değil sadece, aklında yetmez olan bitene?”
“Ben de bilirim oğul satın alamam Yusuf’u ama müşteri olanların yer aldığı o listede adım yazılsın isterim, bu bile bana yeter” demiş.
Boğazımdaki düğümlenmeler yeter miydi Gazze’deki can/lar pazarına, oradaki insanlara, insanlığa ve dahi insanlığıma? Yetmezdi! Benim gibi düşünen, aynı hislere kapılan odadaki, belki birkaç düzine insan Refah kapısının açık kalması, önümüzdeki günlerde Mısır’ı ziyaret edecek cumhurbaşkanımıza ulaşır mı acaba derken, odaya bir iş adamı girdi. Odadaki ve hatta X kullanan çoğu kimse, buna kendim de dahilim, biliriz ve şahidiz ki Şubat depreminde canla başla mücadele eden, elinden geldiğince destek veren İş insanı Sadri Volkan Okçuoğlu geldi odamıza. Şimdi Filistin’de, yani insanlığın son kalesinde veriyordu aynı mücadelesini. Konuşmaya başladığı ilk andan itibaren anladım ki, İsrail’in karşısında olmakla beraber, aslında yanında daha da fazla olabileceğimiz bir Gazze de vardı. Daha zorlu şartlarda, daha zorlu çünkü sınırları belirleyen maalesef bu seferinde İsrail. Onca yasağa, kısıtlamaya rağmen, maddi imkanları el verdiğince… Özellikle Türk Kızılay’ı, İHH, Afad gibi kuruluşların aldıkları akreditasyon izin belgesini almış bir derneklerinin olduğunu anlattı. Yaptığı yardımlar yüreğimize su serpti ama biz daha ne yapabiliriz sorusu hala cevaplanmamıştı. Oradaki gıda, sağlık, su yardımları yeterli değildi elbet, Volkan Bey’in elini, el birliği ile güçlendirmek, daha fazla insana yardım elini uzatmak adına kısa sürede pişiricilerle ilgili Almanya’dan ar-ge desteği geldi, giderlerin karşılanması için anında organize olundu. Biz bir odada, bir düzine insan olarak belki birkaç insana daha yetecektik içimizdeki insanlığın yanında olmak adına, çünkü tıpkı Hz. Yusuf’un satın alacakların listesi gibi tutulan bir liste daha var, düğüm atılan her ne kadar ip değil de boğazımız olsa da o çetelede yer almak istiyorsanız ve biz nasıl destek olabiliriz diyorsanız; www.insanvakfi.org.tr adresinden destek olabilirsiniz.
Peki insanlık dışı bu katliamın karşısında durmak için ne yapılmalıydı, hatta masumların intikamını almak için? İşte bu daha da önemli, özellikle gelecek kuşakların can güvenliği açısından… Bunun için de bir kıssa paylaşmak istiyorum.
İki Yahudi, bir tren istasyonunda telgraf ofisinde heyecanla gelecek haberi bekliyorlardı ve bekledikleri telgraf, onların gelecekteki ticari kaderlerini belirleyecek nitelikteydi. Olumsuz gelecek bir cevap ile yıkılacaklarına, olumlu bir cevap ile de neredeyse var olabileceklerine inanıyorlardı. Derken beklenen telgraf gelmişti, iki ortaktan Benjamin gelen telgrafı okudu ve yüzündeki her milim ifadeyi gören ortağı durumu anlamıştı, belli ki gelen haber kötüydü… Kötü haberi ortağı ona vermeden dövünmeye başlayan Yakup;
“Biliyordum, biliyordum, olumsuz cevap geleceğini, kötü haber geleceğini biliyordum, parayı vermeyeceklerini biliyordum”
Telgrafı okuyan arkadaşı Benjamin haberin beklediklerinden daha kötü olduğunu söylemişti. Dövünmeyi bırakan Yakup, daha kötü haberin ne olduğunu sormuştu ister istemez;
“Dostum, maalesef haber babandan geliyor, ticaret yapacağımız firmadan değil”
“Öyle mi? Neymiş babamdan gelen haber?”
“Annen ölmüş dostum, maalesef annen ölmüş”
“Tanrıya şükürler olsun ki yüzünü ticaret anlaşmamızın iptal edildiğinden değil, annemin ölüm haberinden dolayı düşürmüşsün” demiş.
Kıssa bu kadar!
Yahudi’nin ölmekten daha çok endişe edeceği şey parasını kaybetmektir, onların mallarını almayarak, en azından mallarını almayanlar listesinde yer almak adına, onları cezalandırmakla kalmayacak, elinize bebek kanı da bulaştırmamış olacaksınız.