Laz Bakkal

Doğduğumuzda hayat hepimize farklı kartlar dağıtıyor. Kimimizin eli çok iyi, kimimizin eli ise ders niteliğinde ve mücadeleyle dolu. Aileni, yaşadığın yeri sen seçemiyorsun ama sonraki kazanımların ve tercihlerin senin yaşam kaliteni ve kişiliğini belirliyor. İstediğin donanıma kavuştuktan sonra - ki bu süreç çocuklukta başlıyor ve evre evre devam ediyor - yaşadığın çevrede mutlu olmayı öğreniyorsun. Ben de tüm kazanımlarım sonucu güzel bir çocukluk geçirdiğim için Tanrı'ya şükrediyorum. Yaşadığım mahalledeki insan figürleri, hayatımda çok önemli rol oynadı ve beni hayata hazırladı. Bu figürlerden biri de mahalle bakkalımızdı. İşte bu yazıyı, o bakkala dair hatıralarımdan kalan bölük pörçük anılarla kaleme alıyorum…
Çocukluğumdaki mahalle bakkalımızın birkaç gün önce öldüğü haberini aldığımda çok üzüldüm. Geçmişime ait pazıldan bir parça daha eksilmiş gibi hissettim. Anılar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. “ANILAR; GEÇMİŞTEN GELEN YOLCULAR GİBİDİR, İYİ AĞIRLAMAK LAZIM.” Bu anılardan güzel olanlarına bayramlardan başlamak istiyorum...
Laz Bakkal, mahallemizin Osman abisi, bayramlarda dükkanındaki kocaman kavanozlardaki renk renk “Hayat” şekerlerinden bizlere ikram ederdi. Adı gibi hayat iksiri vardı sanki o şekerlerde. Naneli, çilekli, kakaolu… Ben en çok kakaoluyu severdim, çünkü çikolata kokardı. Birer ikişer alır, nasıl mutlu olurduk…
Bir sene hiç unutmam, kış çok ağır geçmiş ve İstanbul’a diz boyu kar yağmıştı. Heryer beyaza bürünmüştü. Mevsimler şimdiki gibi değildi; yazlar yaz, kışlar kış gibiydi. İnsanlar gibi mevsimler de değişti… Kışın, bakkalın kapısının önünde hep yanan bir mangal olurdu. Bakkalımız, Karadenizli (Rizeli) Osman abi, ellerini ovuşturarak ısınır ve bazen ızgarada hamsi pişirip gelene geçene ikram ederdi. O kış, o yoğun karda, kardeşim Sedat, arkadaşı Kubilay, ben ve en yakın arkadaşım Müzeyyen, bakkalın ve demirci Salih ustanın dükkanının birleştiği yerde kocaman bir kardan adam yapmıştık. O da bize yardım etmişti. Hazırladığı o güzelim sandviçlerden ikram etmişti. Acıkmış ve üşümüştük, çok mutlu eve dönmüştük…
Okuldan sınav dönüşlerinde nasıl geçti diye sorardı. Okula giderken biz “Osman abi, bugün önemli bir sınav var” dediğimizde, “Hadi başarılar, iyi geçecek, merak etmeyin” derdi. Ailesi Rize’deydi, Ramazan ayında oruç tuttuğu için annem ona yemek gönderirdi, o da çok mutlu olurdu. Bazen canı peynirli yumurta ister, bize peynir ve yumurta verirdi, “Ana, bana bir peynirli omlet yapar mısınız?” derdi. Annem onu yapar, yanında çayla beraber balkondan sepetle sarkıtırdı. Bugün düşünüyorum da, garibin canı mıhlama (kuymak) çekiyordu, böyle özlem gideriyordu herhalde…
Zaman zaman hanımı Sevim abla memleketten gelirdi. Onu ailenin bir ferdi gibi evimizde ağırlar, Karadeniz şivesiyle konuşan nüktedan bu kadının şakalarına gülerdik. Kocasına sürekli takılır, şakalar yapardı. Sevim abla anneme “anne” derdi…
Mahalleye ilk televizyonun girdiği evlerden biriydi bizim ev. En büyük ağabeyim Almanya’dan getirmişti. İlk zamanlar haftada üç gün deneme yayınları olurdu. Hele rahmetli Fecri Ebcioğlu’nun müzik programlarını hiç kaçırmazdık. Kapanıştaki İstiklal Marşı’na kadar izlerdik. Daha sonraları, haftanın her günü program ve milli maç yayınları yapılmaya başladığında, ağabeylerim, onların arkadaşları ve bakkalımız Osman abi de bizim evde yerini alırdı. Heyecan ve tezahüratla, çay ve kuruyemiş eşliğinde keyifle maçlar izlenirdi…
Bakkalımızın kocaman bir veresiye defteri vardı. Tüm mahalleli, aldıklarını bazen peşin, bazen de deftere yazdırarak aybaşında öderdi. Rahmetli annem aybaşında maaşını alıp eve gelirken, bakkal Osman bunu tahmin ederdi. “Anacığım, bugün zenginsin yine” diyerek takılırdı. Annem bir evlat gibi, zaman zaman bayramlarda ona da hediye alırdı. O da bundan çok mutlu olurdu…
Bakkalımızın sattığı peynir ve zeytinin tadı ise hala damağımdadır. Bugün bile o tadı bulabilmiş değilim. Gerçi çocukluğuma ait tatların hiçbirini bulamamaktayım artık… Bizim jenerasyon her şeyi yaşamış bir nesildi. Darbe dönemlerinde ciddi anlamda tüp, şeker, gaz ve her türlü gıdayı bulmakta sıkıntı yaşanıyordu. İşte mahalle bakkalları burada imdada yetişirdi. Bizimki de öyleydi. Asla stok yapmaz, fahiş fiyatına satmaz, mahallelinin ihtiyacını giderirdi…
Bir gün komşularımızdan biri çok ciddi yaralandığında, ağabeyim ile bakkal Osman onu süratle taksiye bindirip hastaneye yetiştirdiklerinde yaşadığım anı da dün gibi hatırlıyorum… Mahallenin tüm gençleri bakkalımızdan alışveriş yapar, sohbet ederlerdi. Dışarıdan gelip okuyanlar, veresiye defterine yazdırır, ne zaman paraları olursa o zaman öderlerdi. Herkesi idare ederdi. Halbuki dükkan bile kendisinin değil, kiraydı. Bildiğim kadarıyla İstanbul’da bir mülkü olmadı…
Yazın zaman zaman mahallede gençler futbol müsabakaları düzenlediğinde en başı çekerdi. Maç sonunda gençler toplanıp dükkana gelir, maçın kritiğini yapar, sandviç yiyip kola içerlerdi… Neşe ve hayat dolu, büyük küçük herkesin dostuydu ve herkesin yardımına koşardı… NE VAR Kİ oğlu Tuncay aniden hastalanıp ölünce, eski nüktedanlığını ve hayat enerjisini kaybetti… Yıllar sonra mahalleye geldiğimde, okulun yanındaki barakada oğlu Kadir bakkalı işletiyordu. Babasını sorduğumda, “Annem çok hasta olduğundan ona bakmak üzere memlekette” dedi. O tarihten sonra bakkalımızı bir daha göremedim…
Annem öldüğünde cenazesi için Yalova’ya kadar gelmişti. Çok üzgündü. “Anam benim için çok değerliydi” dedi… Mahallemizin Laz bakkalı, ağabeyi, miniklerin amcası Osman abinin ölümüne çok üzüldüm… EVET, sen de mahallemiz için değerliydin. Seni çok sevdik. Mekanın cennet olsun inşallah.