Madgeburg’daki Noel Saldırısının Düşündürmesi Gerekenler
Doç. Dr. Eren Alper Yılmaz, Medya Berlin İçin Gündemi Değerlendirdi
Berlin-
2016 yılında Berlin’da Noel Pazarı’nda yaşanan terör saldırısından yıllar sonra bu kez de Almanya'nın kuzeydoğusundaki Magdeburg şehrinde bir aracın Noel Pazarı’ndaki kalabalığın arasına girmesi sonucunda güncel rakamlara göre biri çocuk 5 kişi hayatını kaybetti, 200'den fazla kişi de yaralandı. Bu üzücü durum Avrupa toplumunda korku ve endişe yarattığı kadar dayanışma ve birlik duygularını da ön plana çıkardı. Fakat Madgeburg’da yaşanan bu vaka, Avrupa genelinde geçmişte yaşanan saldırılardan bazı yönleriyle farklılık gösteriyor.
Öncelikle saldırıyı düzenlenen kişinin profili bir hayli ilginç. Gözaltına alınan kişi, Almanya’ya 2006 yılında gelen 50 yaşındaki Suudi Arabistan vatandaşı bir doktor. Zanlının ismi yerel basında Talib Abdulmuhsin olarak yer alıyor. Psikiyatrist ve psikoterapi danışmanı olduğu bilinen şüphelinin herhangi bir örgütle bağlantısının olmadığı ve yalnız başına hareket ettiği düşünülüyor.
Failin siyasi ve ideolojik görüşlerini anlayabilmek için sosyal medya ve internetteki paylaşımlarına bakmak ilk etapta bizlere fikir verecektir. Abdulmuhsin, her ne kadar Arap kökenli olsa da, söylemlerinde İslam'ın teorik ve pratikte zeminde getirdiği kuralları acımasızca eleştiriyor. Zaten şeriat yasalarının hüküm sürdüğü Suudi Arabistan’da, ateist görüşlerini açıkça ifade etmenin imkânsız olduğunu düşündüğü için ülkedeki kısıtlamalardan kaçmış ve Almanya’ya yerleşmiş. Dolayısıyla aslında bu şahıs, şeriatın katı uygulamalarına karşı mücadele eden, İslamiyet’e karşı önyargılı olan bir aktivist olarak tanımlanabilir.
Bu nedenle Suudi rejimi tarafından “terörist” olarak ilan edilmiş ve hakkında arama emri çıkarılmış. Rejim karşıtıolduğu için iltica başvurusu Almanya tarafından kısa sürede kabul edilen saldırgan, Batı basını tarafından ise “muhalif”olarak tanımlanmış, hatta kendisi ile röportajlar yapılarak kamuoyunda bir hayli parlatılmış. Örneğin; Abdulmuhsin, 2019 yılında Almanya’nın FAZ gazetesine verdiği bir röportajda kendisini “Tarihteki en agresif İslam eleştirmeni”olarak görüyor. Sözlerinde ateist ve İslam muhalifi bir aktivistolarak ülkesinde zulüm görmekten korktuğu için Almanya’ya iltica başvurusunda bulunduğunu belirterek, özellikle Suudi Arabistan’daki kadınlarla dayanışma içinde olduğunu ifade ediyor. Yine 2019 yılında BBC’ye verdiği röportajda, Suudi Arabistan’da rejim baskısı altında olan kadınlara yönelik bir sosyal medya platformu kurduğunu ve onları Almanya’ya getirmek için yol gösterdiğini ifade ediyor. Böylece aktivist kimliğini ve örgütleyici vasfını kendi ülkesindeki kadınlar için de kullanmaya devam etmiş.
Saldırganın geçmişine ilişkin daha fazla ayrıntı ortaya çıktıkça bu vaka daha da karmaşık bir hal alıyor. Çünkü olayı soruşturan müfettişler, saldırganın Almanya’nın ırkçı ve popülist partisi olarak tanımlanan AfD gibi oluşumların yanı sıra, yine aşırı sağcı İngiliz Savunma Ligi'nin kurucusu Tommy Robinson gibi kişilerle de bağlantı kurmaya çalıştığını tespit etti. Hatta saldırgan AfD ile benzer bir siyasi üslup kullanarak Alman yetkilileri eleştiriyor ve “Avrupa'nın, İslamcılık ile mücadelede yeterince başarılı olamadığını”belirtiyor. Abdulmuhsin, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda “Ben ve AfD Almanya’yı korumak için aynı düşmanla savaşıyoruz” ve “Ülkenin AfD’ye ihtiyacı var” gibi paylaşımlara yer vererek açıkça AfD sempatizanı olduğunu dile getiriyor. Yine Twitter’da Hollanda’daki Özgürlük Partisi (PVV) genel başkanı ırkçı ve popülist Geert Wilders’in“İslamiyet’in özgürlük ve kadın hakları ile bağdaşmadığı”nayönelik yaptığı açıklamalara “Sen gerçek kahramansın”şeklinde cevap verebilecek kadar İslam düşmanlığını ayyuka çıkaran bir zihniyet. Saldırganın, yeni ABD başkanı Donald Trump’un göç politikalarına destek veren Elon Musk’a olan hayranlığı da bu zihniyetin bir tezahürü.
Tüm bu profilden yola çıkarak, durumun ilk düşünüldüğü gibi İslamcı bir saldırı olmadığı, bilakis İslamcılığa ve Almanya’nın göç politikalarına karşı ağır bir eleştiri mahiyetinde olduğu sonucuna varabiliriz. Saldırganın AfD’yekarşı sempati beslemesi ve bunu her mecrada açıkça dile getirmesi, onun hem Alman Hükümeti’nin göç politikalarınahem de Almanya’nın İslamiyet karşı gösterdiği toleransa tahammülü olmadığını gösteriyor.
Bir başka üzerinde durulması gereken konu ise, Almanya’daki güvenlik zafiyeti. Son zamanlarda olası bir 3. Dünya Savaşı’na karşı hazırlık yapan ve zorunlu askerlik kavramını gündemine alan Alman Hükümeti, ne yazık ki iç güvenlik konusunda tedbir almakta S.O.S veriyor. Zira bazı medya sitelerinde çıkan haberlere göre bu saldırgan hakkında kendisine gelen ihbarları Alman emniyet birimleri göz ardı etmiş. 2023’te Almanya’da yaşayan Suudi Arabistanlı bir kadın, polise başvurarak Abdulmuhsin’in tehlikeli birisi olduğunu ihbar etse de bir sonuç çıkmamış. Ayrıca Suudi güvenlik birimleri de daha önce Almanya’yı saldırgankonusunda uyarmış. Bunun yanı sıra Federal Göç ve Mülteciler Dairesi'ne (BAMF) geçen yıl saldırgan hakkında ihbarda bulunulduğu bildirilmiş. BAMF ise konu kendi yetki alanı dışında olduğu için ihbarı direkt güvenlik makamları ile paylaşmış. Sonrasında güvenlik makamlarının bu ihbarı ciddiye alıp almadığı muamma.
Şayet medyada yer alan haberler doğruysa, yani ortada bir ihbar var ise ve görmezden gelindiyse, tüm bu durum Alman güvenlik birimlerinin ihmalkarlığını ve tedbirsizliğini ortaya çıkarıyor. Saldırıdan sonra bazı eyaletlerin Noel Pazarlarında alınan güvenlik önlemleri, saldırı olmadan önce alınsaydı belki de bu facia yaşanmayacaktı. İçişleri Bakanlığı’nın bu yıl içerisinde Noel Pazarları’nı “güvenli” olarak addetmesi de,Almanya’da mevcut kurumlara ve SPD’ye olan güveni zedeliyor. Bu da 2025 seçimleri öncesinde “göç karşıtlığı ve sınır dışıların hızlandırılması”, “zorunlu askerlik” gibi güvenlik ve hard power odaklı söylemleri ön planda tutan CDU/CSU ve AfD gibi partilere olan eğiilimin artışgöstermesini muhtemel kılıyor. Fakat saldırganın AfD’yesempati duyması, partinin önde gelenleri tarafından nasıl tersine çevrilir ve konu şahsın siyasi görüşünden ziyade “göçmen karşıtlığına” doğru evrilir, işte bu konuda Alice Weidel ve ekibine çok iş düşüyor.
Magdeburg’da Saldırı: 5 Ölü, Çok Sayıda Yaralı
İlgili Haber
Son olarak vurgulamak istediğim nokta, bundan sonraki süreçte Müslüman ve göçmen düşmanlığının körüklenip daha ciddi bir boyuta taşınıp taşınmayacağı. Almanya’da halihazırda seçim kampanyalarıyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bunlar sadece Noel'e saldırıyla yıkılan güven nedeniyle değil, aynı zamanda dezenformasyon, kutuplaşma ve bu tür saldırılar üzerinden doğan nefretin yayılması açısından da kritik bir dönem. Fakat burada şöyle bir çelişki var; saldırıyı düzenleyen kişi Müslüman bir göçmen, fakat İslam’a ve Hükümet’in kontrolsüz göç politikalarına da karşı. Dolayısıyla yazının başında da belirttiğim gibi alışılagelmişin dışında hayli ilginç bir profil ve durumla karşı karşıyayız. Konu, AfD gibi göç karşıtı partilerin direkt olarak kullanabileceği bir malzeme değil, zira saldırgan alenen bir AfD sempatizanı. Hükümetin veya göçmen kökenli karar vericilerin, hatta toplumdaki milyonlarca göçmenin kullanabileceği bir argüman da değil, zira saldırganın kendisi göçmen kökenli.
Fakat şimdilik saldırganın siyasi duruşundan ziyade “göçmen kimliği” bir adım daha önde gibi görünüyor. Polisin tahminlerine göre şehrin merkezinde meydanda toplanan yaklaşık 1.000 protestocu, Alman yetkililerin saldırganın Suudi Arabistanlı bir doktor olduğunu tespit etmesinin ardından göç konusunda daha sıkı kontroller talep etti.Protestocular "Almanya'yı sevmeyenler Almanya'yı terk etsin"ve "sığınmacıları istemiyoruz" gibi sloganlar attılar. Siyasi figürler, Alman yetkilileri geçmişte yüksek düzeyde göçe izin verdikleri ve şimdi de güvenlik zafiyeti olarak gördükleri için eleştiriliyor. Hatta (AfD) durumu fırsat bilip, saldırının ardından büyük bir miting çağrısı yaptı. Fakat bu kaotik durumun yaşanmasını, AfD’nin göçmenler aleyhine geliştirdiği kutuplaştırıcı dil ve nefret söylemleri açısından da değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla “göçmen düşmanlığı” zamanla “İslamofobi”yi körükler de AfD amacına ulaşır mı,yoksa bu kutuplaştırıcı tutum karşısında toplum uyanır da göçmenlere karşı daha mı kucaklayıcı olur, onu zaman gösterecek.
Ez cümle, nüfusu giderek yaşlanan bir kıtada yaşıyoruz ama yine de sığınmacılar ve göçmenler, gerçek entegrasyon zorluklarına çözüm ve nefes olarak görülmekten ziyade adeta bir sorun, tehdit ve güvenlik meselesi çerçevesinde ele alınıyor. Konu objektif olarak değil, aşırı sağcı bir yaklaşımla tartışılıyor. İnsanlar şeytanlaştırılıyor, göçmenler ötekileştiriliyor, sınırlara tel örgüler çekmenin sorunu kökten çözeceğine inanılıyor. Muhtemelen bu saldırıdan sonra da günah keçisi yine göçmenler ilan edilecek. Fakat artık Avrupa'nın, bu sorunu ele alırken müşterek ve akılcı bir göç politikası geliştirmesi gerekiyor; zira bu insanların ekonomik bir kaynak ve kültürel bir zenginlik olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. Onları dışlamaktansa, kutuplaştırıcı dil ve nefret söylemi ile nasıl mücadele edileceğine kafa yorulması, böyle vahim terör olaylarının bir daha yaşanmaması için daha rasyonel bir çözüm gibi görünüyor bana kalırsa.
Doç. Dr. Eren Alper YILMAZ
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Türkiye