12 Eylül Darbesi’nin 43’üncü yıldönümü: Darbenin mahpus tanıkları o günleri anlatıyor

Türkiye demokrasi tarihine kanlı ve karanlık bir utanç sayfası olarak kazınan 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 43 yıl geçti. Dönemin tanıkları yaşadıklarını VOA Türkçe'ye anlattı

12 Eylül Darbesi’nin 43’üncü yıldönümü: Darbenin mahpus tanıkları o günleri anlatıyor
Türkiye demokrasi tarihine kanlı ve karanlık bir utanç sayfası olarak kazınan 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 43 yıl geçti. Dönemin tanıkları yaşadıklarını VOA Türkçe'ye anlattı.

İZMİR - Türkiye demokrasi tarihine kanlı ve karanlık bir utanç sayfası olarak kazınan 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 43 yıl geçti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in baş mimarı olduğu darbe, işkenceler, idamlar, faili meçhuller, sürgünler, sansür ve yasaklar ile hatırlanıyor. 650 bin kişinin gözaltına alındığı, açılan 210 bin davada 230 bin kişinin yargılandığı, 7 binden fazla kişi için idam cezası istenen darbenin geride bıraktığı acılar, 43 yıl sonra hala ilk günkü kadar taze.

Türkiye’nin siyasi ve ekonomik kaostan geçtiği 12 Eylül öncesinde sağcı ve solcu grupların silahlı sokak çatışmalarında binlerce kişi hayatını kaybetmişti. Koalisyon hükümetlerinin sürdürülememesi nedeniyle yaşanan siyasi istikrarsızlık sonucu, aylardır Meclis’te cumhurbaşkanı seçilemiyordu.

Sıvı yağdan, benzine kadar pek çok temel tüketim maddesine, karaborsadan ya da saatlerce beklenen kuyruklardan sonra ulaşılabiliyordu. Bunlar yaşanırken tarihler 12 Eylül’ü gösterdiğinde sabaha karşı darbeciler emir-komuta zinciri içinde ülke yönetimine el koydu. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü kez açık müdahalesi de böylece tarihteki yerini aldı.

Güne tank sesiyle uyanan Türkiye için bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 52 bin kişi tutuklandı, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi, 30 bin kişi siyasal sığınmacı olarak yurt dışına kaçmak zorunda kaldı, 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 arasında gözaltında veya cezaevinde ölenlerin sayısı 183, açlık grevinde ölenlerin sayısı 5 olarak kayıtlara yansıdı.

“Ben zannettim ki milliyetçi taraf ihtilal yaptı”

Darbenin tanıkları VOA Türkçe’ye o günleri anlattı. İzmir’de öğretmenlik yaparken 12 Eylül darbesiyle gözaltına alınarak cezaevinde 19 ay tutuklu kalan Murat Yalçın kendini, “bir Turanist ve bir tek Türk’ün tek tel saçına kendi hayatını feda edecek kadar milletini seven bir ülkücü” diye tanıtıyor.

12 Eylül öncesi solculara karşı mücadele içinde yer aldığını söyleyen Yalçın, “Amerika’nın coğrafi konumu bizden çok uzaktaydı ama Sovyetler ile komşuyduk. Alparslan Türkeş bir gün ‘yakın tehlikenin konumundan dolayı şimdilik kapitalistlerle olan mücadelemize ara veriyoruz’ dedi. Biz de ‘bu memleketi bölemezsiniz, bu memleketi komünist yaparak Sovyetler’e bir peyk (uydu) haline getiremezsiniz’ diye karşılarına çıktık” dedi.

Darbe olduğunu evinde radyodan öğrendiğini söyleyen Yalçın, “Ben zannettim ki milliyetçi taraf ihtilal yaptı, ilk tepkim ‘vatana, millete hayırlı olsun. İnşallah bize zorla verilen görevi Türk ordusu üzerine alır da biz de bu ağır yükün altından alnımızın akıyla kalkarız” oldu” sözleriyle anlattı.

Ancak Yalçın’ın bu ilk tepkisi diğer ülkücülerle gözaltına alınması sonucunda uzun sürmemiş.

“Darbeden sonra mezarlıklarda kaldık”

12 Eylül askeri darbesi öncesinde işçi hakları mücadelesinde yer alan bir devrimci olan Mehmet Güngörmez ise kendini “12 Eylül’ün zulmüne uğramış, cezaevinden çıkıp tekrar içeri alınmış, sivil yaşantısı çok az olan bir insan. Ömrünün çoğunu, aşağı yukarı 17-18 yılı cezaevinde geçmiş bir adam” diye tanıtıyor.

Güngörmez, “12 Eylül öncesinde aşağı yukarı 20’li yaşlardaydık. Liseyi bitirmiştim, üç gün orada beş gün burada çalışıyordum. Siyasi mücadelenin parçasıydık. O dönem gençlik hareketi çok yoğundu. İşçi hareketi de bugünle kıyaslandığında grevlerin daha yoğun olduğu bir dönemde, grevlerin önünde bildiri dağıtımı, duvar yazıları gibi faaliyetlerin içerisinde olduk” dedi.

Güngörmez 12 Eylül darbesine İstanbul’da arkadaşlarının evinde korsan bir gösteriye hazırlandıkları sırada yakalandıklarını söyledi. Güngörmez toplu gözaltıların başlamasının ardından yaşananları, “Tabii evi önce terk ettik. Uzun bir dönem eşin, dostun, arkadaşların evlerinde kaldık. Mezarlıklarda bile kaldık. Bu, 7-8 ay böyle sürdü. Sonra mahallemizden bir tanesi alınmış. Ekip otosuna konuyor, sokak sokak dolaştırılıyor. Yolda görüp işaret ettiği herkesi polis alıyor. Yolda bir gün giderken beni de gösterdi, aldılar, götürdüler” diye konuştu.

Akıl almaz işkenceler

Hem Güngörmez hem de Yalçın gözaltında kaldıkları süre boyunca işkence ve insan hakları ihlallerine uğradıklarını da anlattı. İzmir’de 45 gün Emniyet Müdürlüğü’nün çatı katında işkenceyle gözaltında tutulduğunu kaydeden Yalçın, “Elektrik filan bunlar küçük, ayağının altına yapılan falaka kadar acı veren hiçbir şey yoktur. Beni önce falaka, sonunda Filistin askısına geçirdiler” dedi.

12 Eylül döneminde işkencenin akıl almaz bir noktaya vardığını belirten Yalçın, “Polislere ‘hangi faili meçhul olayı çözerseniz size prim var’ dediler. Polisler de aldı eline sopayı, istihbarat sıfır, seni kendi yaptığın eylemden dövmüyor. ‘Şurada bir toplu katliam var, onu çıkarayım da çok para kazanayım’ diye sana sopayı öldürünceye kadar veriyor. Amaç olayları aydınlatmak değil, büyük olaylardan para kazanmak. Yanımda bir solcu adam işkenceye dayanamamış, bütün her şeyi üstüne almış, ‘Atatürk’ü de ben öldürdüm’ diye bağırıyordu” ifadelerini kullandı.

“Keşke bugün ben ölsem”

Güngörmez de gözaltına alınmasının ardından polisler tarafından gözü bağlanarak bir binaya sokulmasıyla 72 günlük işkencesinin başladığını anlattı. Güngörmez, “Gözlerin bağlı, o anda hiçbir şey düşünemiyorsun. Sadece kendini koruma iç güdüsü. Sonra bakıyorsun ki korunmanın hiçbir faydası yok. Her taraftan saldırı, tekme, tokat, yumruk bittikten sonra Filistin askısı, falaka, elektrik gibi gerçek sistematik işkence başlıyor. Aklına gelmeyecek bir şey, orada sana işkence olarak dönüyor. Örneğin bir su damlasının işkence olabileceğini düşünebilir misin? Sırt üstü yatırılıyor ve saatlerce, günlerce alnına bir damla su damlıyor. Bu artık seni çıldırtma noktasına getiriyor” dedi.

Güngörmez diğer bir işkence yöntemini şöyle anlattı: “Sarhoş olup da oynadıkları Rus ruleti dedikleri bir işkence vardır. Silaha tek bir mermi koyarlar, sıraya dizerler insanları, ateş ederler. Sen zaten her gün öleceğini düşünüyorsun ve bazen işkencen o gün çok yoğun geçmişse ‘keşke rulette ben ölsem bugün’ diyordun.”

Güngörmez işlemedikleri suçları da işkence altında üstlenmek zorunda bırakıldıklarını, “İşkenceden kurtulmak için ‘babanı sen mi vurdun’ deseler, ‘ben vurdum’ dersin. İşkencecin yetinmiyor, sana karakol baskını da yazıyor, Migros kamyonlarının kaçırılmasını da her şeyi koyuyor. Cezaevine gittikten sonra tutanaklar önüne geliyor, bir bakıyorsun ‘ben neler yapmışım’ diyorsun” şeklinde anlattı.

“Hayatımın en mutlu zamanları cezaevindeydi”

12 Eylül’ün iki mağduru olan Güngörmez ve Yalçın, işkence dolu gözaltının ardından tutuklanarak cezaevine sevk edilmiş. İkisi için de cezaevinin anlamı ortak; cezaevi dayanışma kültürü sayesinde bir yaşam okulu. Yalçın, “Önce Şirinyer Askeri Cezaevi, Buca Cezaevi, arkasından Mamak Askeri Cezaevi’ne gönderildim. Hayatımın en mutlu zamanları cezaevindeydi. İnsanlar normalde dışarıda mutlu olur. Cezaevinde de o devirde işkence vardı, baskı vardı. Ama arkadaşlığın da en iyisi vardı, ülküdaşlığın erişilmez bir zevki vardı” dedi.

Güngörmez de cezaevine gönderildikten sonra yaşadıklarını, “Alemdağ cezaevine gittik. Oraya gittiğinde önce seni arkadaşların karşılıyor, üstündeki her şey çıkarılıyor, yakılıyor. Bir iki arkadaş seni banyo yaptırıyor. Çünkü kendi başına banyo yapma imkanın yok, kolların var ama işkenceden dolayı hissetmiyorsun bile. Gözünle görürsen hissediyorsun yani. Sonra bir kür uyguluyorlar, işkenceden gelindiği için beslenme orada kalan diğer arkadaşlara göre biraz daha farklı oluyor. Orada bulunup da doktorluk yapmış olan arkadaşlar devreye giriyor. Dayanışma kültürü insanları ayakta tutan onlara kan veren, can veren müthiş bir şey” diye aktardı.

“Bizi açlığa mahkum ettiler”

Yalçın ve Güngörmez için ’12 Eylül adaleti’ farklı yollar çizmiş. 19 aylık tutukluluğunun ardından tahliye edilen Yalçın, “Daha henüz 580 kişinin mahkemesi devam ediyordu. Sen tahliyesin. Sana bir ceza gelebilir. Zaten gelme ihtimali de vardı. Alparslan Türkeş beni Almanya’ya yolladı. Almanya’ya gittim” dedi.

12 Eylül’den sonra siyasi mücadele verilmediğini söyleyen Yalçın, “Ocaklar dağıtılmıştı, aramızda daha önceden can ciğer olduğumuz ‘ülkücüyüm’ diyen, aslında ülkücülükle ilgisi olmayan insanlar, selam dahi vermemeye başladılar. Diyelim ki iş istedin, sen gidip iş arıyorsun, GBT fişi arkandan gönderiliyor, çalışamaz duruma geliyorsun. Bizi açlığa mahkum ettiler” diye konuştu. Türkeş’in talimatıyla 1986’dan itibaren Almanya’da ülkücü derneklerde faaliyet göstermeye devam eden Yalçın, Almanya’da evlendiği eşi ve çocuklarıyla, 12 Eylül’ün üzerinden 43 yıl geçtikten sonra şimdi Türkiye’ye temelli dönüş yapma hazırlığında.

“Aynı süreçleri iki kez yaşadım”

Cezaevinde sekiz yıl kalan Güngörmez ise “Mahkemelerde burjuva hukuku dediğiniz şey bile yoktu. ‘Şubede bunu kabul etmişsin, savcıda inkar etmişsin, neden?’ deniyordu. ‘İşkence gördüm, işkenceden kaynaklı imzalamışım’ diyorduk. Ben günün sonunda idamla yargılanıyor olmama rağmen tahliye oldum. Yanılmıyorsam zaman aşımından kaynaklı o davalar da ortadan kalktı” dedi.

Ancak Güngörmez’in özgürlüğü tahliye edildikten sonra uzun sürmemiş, başka bir davadan tekrar tutuklanan Güngörmez, “88’de çıktım, 91’de tekrar tutuklandım. Aynı süreçleri bir daha yaşadım, sonra da 10 yıl yattım. 2001’de çıktım” diye konuştu.

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkücüleri boynuzladı”

12 Eylül’ün acılarını hala taze olarak hissettiklerini söyleseler de darbenin iki mahpus tanığı da yaşadıklarından pişman değil. Ülkücü Murat Yalçın, “Ailemden çok şey gitti. Aileme çok acı verdim. İkincisi mesleğimden oldum. Üçüncüsü psikolojik olarak tabii çünkü meslek kaybediyorsun, işkencelerden dönüyorsun, fiziki olarak da çöküntü yaptı. Ayrıca samimi arkadaşlarım benden koptu. Her genç gibi benim de sevgilim vardı. Sevgilim kaçtı, ortadan yok oldu. Ama hiçbir pişmanlığım olmadığı gibi her zaman haklı olarak gördüm kendimi” dedi.

Ancak Yalçın’ın 12 Eylül’den dolayı devlete öfkesi de geçmiş değil: “Şimdi sen bir kızı seviyorsun. Kızla yarın evleneceksin ama bu gece seni boynuzluyor. Neler hissedersin? Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkücüleri boynuzladı. Biz devletin yanındayız, devleti savunuyoruz. Bizden başka devlet diyen yok. Bizden başka onları düşünen yok. Evleneceğin kızın seni boynuzlaması gibi yani. Bizi solcularla bir tuttular.”

“Geçmişe dönsem aynı şeyleri tekrar yapardım”

Cezaevinden çıktıktan sonra işkenceyi zihninden silemeyen devrimci Mehmet Güngörmez ise, “Bugün hala ne eşim ne de kızım, hiç kimse beni dokunarak uyandırmaz. Dokunduğu anda ayağa fırlıyorum. Dolayısıyla bir iki adım atar seslenir, öyle uyanırım. 12 Eylül zaman anlamında benden çok şey götürdü. Ama çok şey de kattı. 12 Eylül’de cezaevlerinde biz yaşama dair çok şey öğrendik” dedi.

Yaşadıklarından pişmanlık duymadığını da belirten Güngörmez, “Çünkü yaptığın şeyin haklı ve doğru bir şey olduğuna inanıyorsun. Bugün de inanıyorum. Geçmişe geri dönsem ben aynı şeyleri tekrar yapardım” diye konuştu.

Aynı zamanda uğruna mücadele ettiği halkın 12 Eylül dönemine bakış açısına rağmen geçmişinden pişman olmadığını vurgulayan Güngörmez, “Halkımız 12 Eylül konusunda iyi sınav verdi diyemem. ‘Koyma suyla değirmen dönmez’ diye bir atasözü vardır. Biz gençlik dönemimizde taşıdığımız o suyla değirmenin döneceğini düşündük. Halkı bunun içerisine katamadık” dedi.