Fedakarlık Nasıl Olmalı?

Fedakarlık aile büyükleri tarafından gururla anlatılan bir kavramdır. Ancak her şeyde olduğu gibi fedakarlıkta da denge çok önemlidir. Fedakarlık kişinin özünden bir şeyler almaya başlarsa sinsi bir düşmana dönüşebilir.

Fedakarlık Nasıl Olmalı?

Türk Dil Kurumu fedakar kelimesini, “Kendini ya da bir şeyini feda etmekten kaçınmayan kimse” olarak tanımlar.

Fedakarlık, resmi tanımının dışında birçoğumuzun aile büyükleri tarafından gururla anlatılan bir kavramdır. Aynı zamanda kelime olarak telaffuzunun ve kulağa gelen tınısının yumuşak olması nedeniyle de, birçok insan fedakarlığın çok önemli olduğunu ve herkeste olması gerektiğini düşünür. Ancak hayatta her şeyde olduğu gibi fedakarlıkta da denge çok önemlidir. Çünkü fedakarlık, aşırıya kaçmaya çok müsait bir davranış şekli olup, iyi gibi gözükse de kişinin kendi özünden bir şeyler almaya başladığında sinsi bir düşmana dönüşebilir.

Kişi, başkaları için kendi özünden vazgeçip, kendi isteklerini, ihtiyaçlarını, amaçlarını, hedeflerini; özetle kendini başkaları için hiçe saymaya başlıyorsa, fedakarlık dengesi bozulmuş demektir. Unutmamak gerekir ki;

Fedakarlık karşılıklı olmalıdır. Biri sürekli feda ederken, diğeri sürekli kazanmamalıdır. Böyle devam eden bir fedakarlık ilişkisi, iyi niyetin suistimal edildiğini yani ortada haksız bir durum olduğunu gösterir.

Çoğumuz hayatında en az bir kere; seni büyütürken neleri feda ettim, evliliğimiz dağılmasın diye nelere katlandım, sırf sen adam ol diye ben kendimden fedakarlık ettim, seni büyütebilmek için gül gibi işimden oldum gibi cümleler duymuşuzdur. Bu cümleler birileri için bir şeylerden vazgeçildiğini veya bir şeylere katlanıldığını anlatan serzeniş cümleleridir.

                      “Fedakarlık dediğin şey, başkası için yaptıkların değil, kendin için yapmadıklarındır aslında”

                                                                                               Calavera Mann

Peki insan kendini neden feda eder?

Kendini feda etmeden de çevredekilere fayda sağlayamaz mı?

Fedakar olmayı hayatlarının merkezine alan insanların dünyaya geliş amaçları, çevresindekileri mutlu etmektir. Başkalarının mutluluğu ile beslenirler ve onlar mutlu olduğunda mutlu olurlar. Ama bunu yaparken atladıkları çok önemli birşey vardır ki, o da kendileri, kendi istekleri,ihtiyaçları,mutluluklarıdır. Başkalarını mutlu etmeye o kadar odaklanırlar ki kendileri ile ilgili birşeyler yapmaya güçleri, istekleri, vakitleri ve maddi imkanları kalmaz. Hep verici taraf oldukları için bir yandan da yalnız ve mutsuz hissederler. Çünkü içten içe, aynı hassasiyeti, aynı iyi niyeti karşısındakilerden de beklerler. Ancak hayatın acımasız kuralı şudur; siz ne kadar verici olursanız, etrafınızdaki insanların talepleri de o derece artar. Kendileri için sizden istediklerini, sıra sizin için yapmaya geldiğinde yapmazlar. Çünkü bu durum onlar için alışkanlık olmuştur. Nasıl olsa en güzelini, en doğrusunu siz yaparsınız bir başkasına gerek yoktur. Siz o ailenin, o işyerinin, o arkadaş grubunun vb. fedakarısınızdır.

İşte bu nedenle; hayatımızın merkezine, başkalarını mutlu etmeyi ve bu durumla beslenmeyi değil, öncelikle, kendimizi mutlu etmeyi, kendimizi beslemeyi, kendi isteklerimizi yerine getirmeyi almalıyız. Çünkü kendi mutluluğunu sağlayan insanın çevresi de mutlu olacaktır.

                       “Başkaları için bir şeyler yapmak isteyen, kendini başkalarına kaptırmamaya bakmalı.”

                                                                                   Wolfgang Van Goethe

Fedakarlık konusunda neredeyse kural olan bir başka konu da anne-baba olmaktır. Ebeveyn olmak demek=fedakarlıktır.

Oysa anne-baba olmak demek, hayatımızdan vazgeçerek, kendimizi hiçe sayarak tüm dünyayı çocuğumuzun çevresinde döndürmek demek değildir. Unutmamak gerekir ki anne-baba, çocuk için rol modeldir. Öyleyse kendini kabul eden, kendine değer veren, kendini seven, mutlu çocuklar yetiştirmek istiyorsak, önce kendi benliğimizi beslemeli, kendimize öncelik vermeliyiz. Uçaklarda emniyet kemerini önce kişinin kendisine, sonra çocuğuna takması gerektiğini kendi yaşam felsefemiz olarak almalıyız.

Elbette ki her anne-baba, kendi yaşam şartları doğrultusunda, çocuğu için en iyisini yapmaya çalışır. Onun için çeşitli fedakarlıklar da yapar. Ancak burada önemli olan, yaptıkları fedakarlıklar nedeniyle kendi özlerinden vazgeçmemeleridir. Bu konuda en spesifik örneklerden birisi, annenin çocuğunu büyütmek için iş hayatından vazgeçmesidir. Ancak bu karar alınırken en önemlisi şudur; bu vazgeçiş annenin psikolojisine zarar vermemeli, onu üzmemeli ve mutluluğunu bozmamalıdır. Çocuğuyla evde geçirdiği her an, işimi çok özlüyorum keşke ayrılmasaydım dedirtmemelidir. Unutmamak gerekir ki biz mutluysak, çocuğumuz mutlu olacaktır. Onunla bütün günü geçirerek mutsuz bir profil sergilemektense, sınırlı saatler geçirerek mutlu bir profil sergilemek, onun hayatında daha büyük etki yaratacaktır. Bence en kıymetlisi de budur.

Hayatın akışı içinde her ilişki zaman zaman fedakarlık gerektirir. Örneğin kendi tercihimiz olmayan bir sinema filmine arkadaşlarımız istediği için gidebiliriz ya da hasta olan iş arkadaşımızın işlerini yapıp ona dinlenmesi için fırsat verebiliriz. Yine aynı şekilde eşimiz, çocuğumuz için de çeşitli fedakarlıklar yaparız. Burada önemli olan şudur; dengeyi sağlamak, yaptığımız fedakarlıklar için kendimizden vazgeçmemek, yıllar sonra serzenişte bulunmayacağımız, pişman olmayacağımız fedakarlıklar yapmaktır. O zaman yapılan fedakarlık anlamlı, ilişkiler sağlıklı olur.

Son söz olarak; bir bilgeye zehirin ne olduğunu sormuşlar. Demiş ki; “İhtiyacımızdan fazla olan her şey zehirdir. Fazla güç, fazla dinlenmek, fazla yiyecek, fazla ihtiras, fazla korku, fazla sakinlik, fazla öfke, fazla neşe, fazla nefret, fazla iyi niyet.” Yaşamın özü ve şifası dengede kalabilmektir.