Kardeşlik hukukuna mugayyir…

Kardeşlik hukukuna mugayyir…
Bir ülkede iki kardeş düşünün.
Biri okul okul, kurs kurs, seminer seminer dolaşmış. Harvard desen var, New York desen var. Lakin geldiği yer, siyasetin tam göbeği. Hani o meşhur “sıfırdan gelip danışmanlığa uzanan başarı hikâyeleri” var ya, işte öyle bir hikâye… Ama başarı mı, o tartışılır.
Diğeri asker. Üniformayla büyümüş, disipliniyle gururlanmış. Ordunun en kritik odalarında görev almış. En sonunda da devletin kalbindeki isimlerin nefes aldığı o odada, komuta merkezine kadar yükselmiş. Rütbesi yüksek, etkisi büyük.
Sonra bir gece…
Kardeşlerden biri, devletin en tepesindeki ismin kapısında duruyor. Silahlı.
Diğeri ise yurt dışında büyükelçilik yapıyor. Hani o “diplomatik kravat” mesafesiyle…
Evet, biri “devletin sahibi” gibi davranıyor, öbürü “devleti temsil ediyor.”
Ve bir sabah, biri “vatan haini” diye manşetlerde.
Öbürü “bizimle ne alakası var, kardeşim de olsa” diye açıklama yapıyor.
Ne güzel memleket…
Bir kardeş “yurtta sulh” masalı anlatırken, diğeri diplomatik resepsiyonlarda “istikrar” nutku atıyor.
Biri milleti tankla sindirmeye kalkıyor, öbürü Brüksel’de demokrasi dersi veriyor.
İroni şu:
Aynı evde büyümüşler.
Aynı mutfağın çorbasını içmişler.
Aynı bayram sofrasına oturmuşlar.
Ama biri milleti rehin almak istiyor, diğeri “benim bu işle ilgim yok” diyerek kurtuluyor.
Ve sonra ne oluyor?
Halk unutuyor.
Çünkü bizde unutkanlık, milli refleks.
Geçmişi unutanlar, gelecekten her zaman mağlup çıkar.
Ama tarih unutmuyor.
Kayıtlar hep açık duruyor.
Dosyalar toz tutsa da, gün gelir mahkeme-i kübrada açılır.
Çünkü bu ülkede en acıklı şeylerden biri, ihanetin çoğu zaman diplomatik pasaportla aklanmasıdır.
Ve en ironik olanı, hainliğin kardeş payı gibi bölüştürülmesidir.