KAVALALI MEHMED ALİ PAŞA
Mısır valisi ve kendi adıyla anılan hânedanın kurucusu.
1183 (1769) veya 1184 (1770) yılında Kavala’da doğdu. Ailesinin menşei hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bazı tarihçiler onun Arnavut kökenli olduğunu ileri sürerlerse de oğlu İbrâhim Paşa tarafından kaleme alınan bir belgede Mehmed Ali’nin babası İbrâhim Ağa ve dedesi Osman Ağa’nın bir kan davasından dolayı Konya’dan Kavala’ya göç ettikleri açıkça ifade edilmektedir. Babası İbrâhim Ağa’yı küçük yaşta kaybederek amcası Tosun Ağa’nın himayesine girdiği belirtilmekteyse de İbrâhim Ağa’nın ölüm tarihinin 1205 (1790-91) olması bu bilgiyi doğrulamaz. Babasının yanında tütün ticaretiyle uğraşan Mehmed Ali 1787 yılında askerliğe intisap etmiş ve vergilerini ödemek istemeyen bazı köylülere karşı giriştiği birkaç çarpışmada ön plana çıkarak dikkatleri üzerinde toplamıştır. Aynı yıl Kavala çorbacısının akrabasından Emine adlı dul ve zengin bir kadınla evlenmiştir.
Mısır’ı işgal eden Fransızlar’a karşı hazırlanan kuvvetler arasında Kavala’dan yola çıkarılan 300 asker içinde yer alan Mehmed Ali’nin Mısır topraklarına geliş tarihi 8 Mart 1801’dir. Aynı yıl Fransız kuvvetleri karşısında elde ettiği başarılardan dolayı Mısır Valisi Mehmed Hüsrev Paşa tarafından binbaşılığa yükseltildi ve kısa sürede Mısır’daki Osmanlı kuvvetlerinin esasını teşkil eden Arnavut birliklerinin ikinci kumandanı oldu.
Fransız işgalinden sonra anarşi ve kargaşa içine düşen Mısır’da Osmanlılar ve Memlükler kontrolü ele geçirmek için mücadele ediyorlardı. Osmanlı kuvvetleri ise kendi aralarında ihtilâfa düşmüşlerdi. Hüsrev Paşa’ya tâbi kuvvetlerle Tâhir Paşa ve Mehmed Ali kumandasındaki Arnavutlar arasında uzlaşmazlık hüküm sürüyordu. Memlükler arasında da anlaşmazlık mevcuttu. Bunların bir kısmı Bardisî’yi, bir kısmı da Elfî Bey’i destekliyordu. Bu gruplar içinde süregelen mücadele, halkın mağduriyetine ve ülkenin ekonomik durumunun tamamen bozulmasına sebep oldu. Mehmed Ali bu durumdan istifade etmesini bildi. Memlükler’i Osmanlılar’a, muhalif Memlük grupları birbirlerine, yeni vali Hurşid Paşa’yı Memlükler’e ve son olarak da Kahire halkını Hurşid Paşa’ya karşı kışkırtarak meydana gelen kargaşadan faydalandı. Çeşitli siyasî manevralar neticesinde Mısır’ın son valileri bulunan Hüsrev, Tâhir, Ali ve Hurşid paşaları bertaraf ettikten sonra ulemâ, eşraf ve Mısır halkının desteğini de elde edip Bâbıâli tarafından valiliğe getirildi (3 Temmuz 1805).
Memlük beylerinden Bardisî ve Elfî beylerin ölümü (1806-1807) Mehmed Ali’nin Mısır’daki hâkimiyetini ve nüfuzunu hızla genişletmesine yardımcı oldu. Mehmed Ali’nin İngilizler’e karşı kazandığı başarı üzerine Bâbıâli, 1806’dan beri İstanbul’da rehin olarak bulunan oğlu İbrâhim’i defterdar olarak Mısır’a gönderdi. Ayrıca Mısır’ın sahil kısmı da (İskenderiye ve Reşîd) Mehmed Ali’ye bırakıldı.
İngilizler’in Mısır’ı terkini müteakip Mehmed Ali uzun vadeli idarî ve iktisadî reformlara başladı. Uygulanan merkezî ekonomik sistemle arazi üzerindeki kontrolünü arttırdı ve iktidarı için bir tehlike olarak değerlendirdiği ulemânın gücünü vakıf arazilerini vergiye tâbi tutarak büyük ölçüde kırdı. Reformlara paralel olarak hâkimiyeti önünde en büyük engel gördüğü Memlük beyleriyle mücadeleyi sürdürdü. 1808-1810 yıllarında Yukarı Mısır’daki Memlük beylerini etkisiz hale getirdi ve sonunda Bâbıâli’nin Vehhâbîler üzerine sefer düzenlemesi için uzun zamandan beri yapmış olduğu talebini kabul etti. Bu sefer öncesi, Cidde valisi ve Vehhâbîler üzerine gönderilecek ordunun kumandanı olarak tayin edilen oğlu Tosun’un şerefine 1 Mart 1811’de düzenlediği büyük davette birkaçı dışında Memlük beylerini öldürttü. Tosun’un gerekli başarıyı sağlayamaması üzerine 1813 Eylülünde Mehmed Ali bizzat oğlunun yardımına gitti ve 1815’e kadar bu bölgede isyanın bastırılmasıyla ilgilendi. Daha sonra Vehhâbîler’in tenkil vazifesi oğlu İbrâhim Paşa’nın uhdesine verildi. 6 Nisan 1818’de Vehhâbîler’in merkezi olan Dir‘iye kuşatılarak 9 Eylül’de İbrâhim Paşa kumandasındaki kuvvetler tarafından ele geçirildi. Kazanılan bu zafer neticesinde hac yollarının emniyeti sağlandı, Mehmed Ali Paşa İslâm âlemindeki itibarını arttırdı ve Kızıldeniz’deki ticaret yollarında üstünlük kurdu.
Hicaz seferinin ardından Mehmed Ali, mevcut otoritesini muhafaza ve yayılmacı politikasını devam ettirmek amacıyla, kurmayı düşündüğü yeni ordunun temelini oluşturacak insan ve tabii kaynakların temini için gözlerini Sudan’a çevirdi. 1820 yılında düzenlenen sefer iki yıl sürdü ve Sudan’ı kontrolüne aldı. Hicaz ve Sudan seferinde ordusunun yetersizliğini gören Mehmed Ali, Nizâm-ı Cedîd adlı yeni bir ordu kurmaya karar verdi ve bu vazifeyi Fransız albayı Joseph Séve’ye (Süleyman Paşa) havale etti. Avrupaî tarzda düzenlenen bu ordunun gücünün denenmesi için ilk fırsat kendisinden Mora isyanını bastırmasının istenmesiyle ortaya çıktı. İbrâhim Paşa, Mora valisi ve buraya gönderilecek orduya serasker tayin edilerek kısa zamanda bütün Mora ve önemli adalar denetim altına alındı. Bu gelişme karşısında İngiltere, Fransa ve Rusya, 6 Temmuz 1827’de üçlü bir anlaşmayla derhal mütareke yapılıp meselenin barış yoluyla hallini istediler. Bu talebin Bâbıâli tarafından reddi üzerine 20 Ekim 1827’de Navarin Limanı’na giren müttefik donanması Osmanlı-Mısır donanmasını imha etti. Mora ile irtibatının kesilmesi ve bu bölgedeki ordusunun zor durumda kalması üzerine Mehmed Ali, müttefikleri temsil eden İngiliz Amiral Codrington ile İskenderiye’de bir antlaşma imzaladı (9 Temmuz 1828) ve Bâbıâli’nin izni olmaksızın Mora’daki kuvvetlerini geri çekti.
Mehmed Ali Paşa, 1827 yılının sonunda Mora seferindeki kayıplarına karşılık Suriye’nin kendisine verilmesini Bâbıâli’den talep ettiyse de olumlu bir cevap alamadı. Yayılmacı politikasının ancak güçlü bir merkezî idare ve bunları destekleyen askerî güç ve insan kaynaklarıyla mümkün olabileceğini gören Mehmed Ali, ihtiyacı olan bütün kaynakları barındıran Suriye’yi ele geçirmek için Akkâ Valisi Abdullah Paşa ile arasındaki bir ihtilâfı bahane ederek İbrâhim Paşa kumandasındaki bir orduyu Suriye’ye gönderdi (2 Kasım 1831).
Mısır kuvvetleri kısa bir sürede Kudüs, Nablus, Sûr, Sidon, Beyrut ve Trablus şehirlerini ele geçirdi. Bu arada meseleyi anlaşma yoluyla halletmeye çalışan Bâbıâli, teşebbüslerinden bir sonuç alamayınca Ağa Hüseyin Paşa’yı Osmanlı ordusuna serasker olarak tayin etti (Mart 1832). Yayımlanan yıllık tevcîhat listesinden Mehmed Ali ile oğlu İbrâhim’in adları çıkarıldı ve daha sonra bir fetva ile Mehmed Ali ve İbrâhim âsi ilân edilerek Mısır, Girit, Cidde ve Sayda eyaletlerinin idaresi Ağa Hüseyin Paşa’ya verildi. Mısır birlikleri Osmanlı kuvvetleriyle ilk defa Zerrâa mevkiinde karşılaştı ve onları yendi (14 Nisan 1832). Akkâ altı ay süren bir muhasara neticesinde teslim oldu (27 Mayıs 1832). İbrâhim Paşa kumandasındaki Mısır kuvvetleri önce Halep Valisi Mehmed Paşa kumandasındaki öncü Osmanlı kuvvetlerini, ardından 29 Temmuz’da Hüseyin Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunu Beylân’da (Belen) mağlûp etti. Bu seri galibiyetlerden sonra Konya üzerine hareket eden İbrâhim Paşa kumandasındaki Mısır birlikleri hiçbir mukavemetle karşılaşmadı. İbrâhim Paşa, 21 Aralık 1832’de Sadrazam Reşid Mehmed Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunu da yendi. Böylece sadece Anadolu değil Osmanlı başşehri de tehlikeye düşmüş oldu.
Bu arada büyük devletlerden gerekli siyasî ve askerî yardımı temin için yoğun bir diplomatik faaliyet içine giren Bâbıâli, diğer taraftan Tophane müşiri Halil Rıfat Paşa ile Âmedci Mustafa Reşid Bey’i Mısır’a göndererek Mehmed Ali Paşa ile anlaşma zemini oluşturmaya çalıştı. Yapılan müzakerelerde Mehmed Ali’nin talepleri Osmanlı delegelerinin yetkilerini aşmış ve Rıfat Paşa müzakerelerin kesintiye uğramaması için Mısır’da kalarak, Reşid Bey’i İstanbul’a göndermiştir. Reşid Bey, Bâbıâli tarafından verilen yeni bir tâlimatnâme ile Kütahya’da bulunan İbrâhim Paşa’ya gönderildi (30 Mart 1833). Yapılan müzakerelerde Reşid Bey, İbrâhim Paşa’nın uzlaşmaz tavrı neticesinde kendisine verilen tâlimatı ihlâl ederek Halep ve Şam’a ilâveten Adana’nın da İbrâhim Paşa’ya verilmesini kabul ettiyse de bu teklif II. Mahmud tarafından reddedildi. Avrupa devletlerinin baskısı ve Rus kuvvetlerinin yardım için İstanbul’a gönderilmesi karşısında Mehmed Ali’nin taleplerini kabul etmek ve uzlaşmak mecburiyetinde kalan II. Mahmud, 3 Mayıs 1833 tarihinde Adana’nın İbrâhim Paşa’ya muhassıllık olarak verilmesine razı oldu. 5-6 Mayıs tarihinde de bu hususta bir ferman yazılıp Kütahya’ya gönderildi. Bu mutabakat, Bâbıâli ve Mehmed Ali Paşa arasında geçici olarak bir barış ortamının oluşmasına vesile olduysa da münasebetlerdeki güvensizlik ve gerginlik devam etti.
Bâbıâli ile, idaresi kendisine bırakılan bölgelerin geleceğini garanti altına alan bir antlaşmanın yapılamamış olması, Rusya ile yapılan ittifak anlaşması (Hünkâr İskelesi), Batılı güçlerin mevcut durumu korumadan yana tavır alması ve II. Mahmud’un meseleyi askerî tedbirler dahilinde kendi lehine çevirme arzusu Mehmed Ali Paşa’yı son derece rahatsız etmiş ve gerekli askerî tedbirleri almaya sevketmiştir. Mevcut askerî hazırlıklara eş zamanlı olarak Suriye’de takip edilen idare tarzının sonucunda oldukça ciddi problemler de ortaya çıkmaya başlamıştı. Bölgenin maddî ve insan kaynaklarından istifade etmek düşüncesiyle yeni vergiler, tekel usulü, mecburi askerlik uygulamasına geçildi. Bu durum genel bir hoşnutsuzluğa sebep oldu, patlak veren isyanlar kısa sürede Lübnan ve Filistin’de de etkisini göstermeye başladı ve 1834 yılı yazının sonunda İbrâhim Paşa tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
İsyanlar esnasında Mehmed Ali Paşa’nın en büyük endişesi II. Mahmud’un bunu bahane ederek Suriye’ye müdahale etmesiydi. Paşa, 4 Eylül 1834’te Avrupa devletlerinin temsilcilerine bağımsızlığını ilân etme hususunda kararlı olduğunu bildirerek dikkatleri Bâbıâli üzerine yoğunlaştırmayı başardı. Bu diplomatik çıkışın hedefi, mevcut durumun muhafazasından yana olan ve ihtilâfların barış yoluyla halledilmesini isteyen Batılı güçler vasıtasıyla, Mısır’ı tekrar devlet idaresine katmayı arzulayan Bâbıâli üzerinde baskı oluşturmak ve siyasî geleceğini emniyet altına almaya yönelik bazı imtiyazlar elde etmekti. Diğer taraftan Mehmed Ali Paşa’nın Arap yarımadasındaki yayılmacı politikası İngiltere’yi de ciddi bir şekilde rahatsız etmeye başlamıştı. Paşanın Kızıldeniz ve Basra körfezinde oluşturduğu hâkimiyet, İngilizler’in Hindistan politikası açısından ciddi bir tehdit olarak algılanmakta ve bu rahatsızlık Bâbıâli ile İngiliz hükümeti arasında Mehmed Ali’ye karşı takip edilen politikanın dışında yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına yol açmaktaydı.
Suriye’nin gergin durumu, uygulanan mecburi askerlik usulünü kabul etmek istemeyen Dürzîler’in isyan etmesiyle had safhaya ulaştı. Bâbıâli’nin diplomatik girişimleri ve buraya yönelik askerî hazırlıkları Mehmed Ali Paşa’yı harekete geçirdi ve 25 Mayıs 1838’de Batılı devletlerin temsilcilerine tekrar bağımsızlığını ilân etme niyetinde olduğunu bildirdi. Avrupalı devletlerin tepkileri üzerine geri adım atmakla birlikte geçici olarak da olsa Bâbıâli’nin önüne bir set çekmeyi başardı. Ancak İbrâhim Paşa’nın yoğun askerî hazırlıklarından rahatsızlık duyan ve Suriye eşrafından destek sözü alan padişah meseleyi silâh zoruyla halletmeye karar verdi. Hâfız Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu ile Mısır kuvvetleri arasında Nizip’te meydana gelen muharebe Osmanlı kuvvetlerinin yenilgisiyle sonuçlandı (24 Haziran 1839). Yenilgi haberi İstanbul’a ulaşmadan II. Mahmud vefat etti ve bu sırada Osmanlı donanması Kaptanıderyâ Ahmed Fevzi Paşa’nın hıyaneti sonucu Mısır’a teslim edildi.
Bâbıâli ile Mehmed Ali arasındaki mücadele bir anda tekrar Avrupa güçlerinin en önemli meselelerinden biri haline geldi ve 27 Temmuz 1839’da beş büyük devletin temsilcileri ortak bir nota ile Bâbıâli’den yapacakları girişimlerin sonucunu beklemesini istediler. 15 Temmuz 1840’ta Bâbıâli, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya temsilcileri tarafından Londra Antlaşması imzalandı. Antlaşma gereği irsî olarak Mısır’ın ve kaydı hayat şartıyla Akkâ’nın idaresi Mehmed Ali’ye verildi. Fransa’nın telkinleriyle Mehmed Ali bu şartları kabul etmedi. Bunun üzerine antlaşma gereğince İngiltere, Avusturya ve Osmanlı gemilerinden oluşan bir donanma Suriye açıklarına geldi ve kısa sürede Sayda, Beyrut ve Hayfa ele geçirildi. 4 Kasım’da Akkâ düştü. Böylece Mehmed Ali Paşa kuvvetlerinin Mısır ile irtibatı kesilmiş ve hareket gücü sınırlandırılmıştı. 15 Eylül’de Mısır valiliğinden azledilen Mehmed Ali 27 Kasım’da Amiral Napier ile bir anlaşma imzaladı ve Mısır idaresinin kendisine irsî olarak verilmesinin kabul edilmesi durumunda Osmanlı donanmasını iade edip Suriye’yi boşaltmayı taahhüt etti. 24 Mayıs 1841 tarihli bir fermanla Mısır’ın irsî idaresinin Mehmed Ali Paşa soyundan gelen en büyük erkek evlâda verileceği ilân edildi. Bu ferman paşa tarafından kabul edildi ve böylece Mısır meselesi nihaî çözüme kavuşmuş oldu.
Mehmed Ali’nin son yılları sükûn içinde geçti. Mısır meselesinin uluslararası gündemden kalkması, Mısır’ın bağımsızlığı ve Osmanlı Devleti’nin dağılması gibi tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesi Mehmed Ali ile İstanbul arasındaki münasebetlerin düzelmesi için gerekli zemini hazırladı. 1846’da İstanbul’u ve Kavala’yı ziyaret etti. 1848 yılının başında aklî melekesindeki zafiyetin artması üzerine hava değişikliği için Napoli’ye gönderilmesine karar verilerek memleketin idaresi İbrâhim Paşa ve önde gelen devlet ricâlinden müteşekkil bir meclise havale edildi. Babasının iyileşmesinden ümit kesilmesi üzerine İbrâhim Paşa 1848 Eylülünün başında İstanbul’a çağrıldı ve Mısır valiliğine tayin edildi. Ancak hasta olan İbrâhim Paşa da kısa bir zaman sonra vefat etti (10 Kasım 1848). Yerine Tosun’un oğlu Abbas Hilmi Paşa geçti. Mehmed Ali Paşa 2 Ağustos 1849 tarihinde İskenderiye’de vefat etti ve Kahire Kalesi’nde inşa ettirmiş olduğu yeni caminin hazîresine defnedildi.
Mehmed Ali Paşa’nın siyasî, iktisadî ve idarî yükselişinin arka planında takip ettiği yayılma politikası ve bu politikanın uygulanması noktasında motor vazifesini gören modern bir ordu vardı. Başlangıçtan beri düzenli bir ordunun gereğine inanan paşa Vehhâbî isyanlarının bastırılmasından sonra işe koyuldu. 1820’de Asvan’da ilk harbiye mektebi açıldı ve modern ordunun temelini oluşturma hususunda mühtedi Süleyman Paşa’dan ve başta Fransızlar olmak üzere her türlü yabancı uzmandan faydalanıldı. Başlangıç itibariyle gerekli insan unsuru Sudan’dan temin edildiyse de bu yeterli olmadı, Mısır ve Suriye bu suretle ön plana çıktı. Kısa bir süre içinde askerî okullar çoğaldı. Piyade, topçu, süvari, bahriye okulları açıldı. Ordunun ihtiyacı olan silâh ve mühimmatın imali için fabrikalar kuruldu. 1810’da Mısır donanmasının temeli Bulak’ta atıldı. Önceleri Fransa ve İtalya’da gemi inşa ettirildi. Daha sonra İskenderiye’de bir tersane yaptırıldı. Navarin olayının ardından Fransız ve İtalyan zâbitleri vasıtasıyla mevcut yapı ıslah ve ikmale çalışıldıysa da Mısır donanması fazla uzun ömürlü olmadı.
Paşanın en önemli teşebbüslerinden biri de modern bir eğitim sisteminin kurulması için gerekli alt yapıyı oluşturmasıydı. İlk olarak 1809’da Avrupa’ya öğrenci gönderilmeye başlandı. 1820’li yılların ortasından itibaren bu sayı artmaya başladı. Memleketin dört bir yanına çeşitli mektepler açıldı ve buralarda Avrupaî usul ve programlar uygulandı. 1816’da hendese mektebi, 1827’de tıbbiye, 1834’te mühendishâne kuruldu. Bunların yanında tıp, ziraat, sanat, dil vb. hususlarla ilgili çeşitli mektepler açıldı. 1837’de Maarif Vekâleti kuruldu. 1820 yılında ilk matbaa Bulak’ta açıldı. Öncelikli olarak yeni okullar için gerekli kitapların ve daha sonra Arapça, Türkçe ve bir miktar da Farsça klasik eserin basımı burada gerçekleştirildi. 1828’de Vekāyi-i Mısır adlı resmî bir gazete Arapça ve Türkçe olarak yayımlanmaya başlandı. Ekilebilir toprak sahalarını arttırmak için sulama sistemini ıslah ve genişletme çalışmalarına öncelik verildi. Nil taşkınlarının verdiği zararları önlemek amacıyla birçok sed inşa edildi. Bu kanalların en önemlisi 1820 yılında açılan ve padişahın adını taşıyan Mahmûdiye kanalıdır.
Mehmed Ali’nin gerçekleştirmeye çalıştığı toprak politikasının temelini, oluşturmak istediği merkezî otorite ve yayılmacı siyaseti teşkil ediyordu. Paşa, muhalifleri karşısında kendisini emniyette hissetmeye başlar başlamaz iltizam usulünü kaldırdı ve böylece Mısır arazisinin büyük bir kısmını ele geçirdi. 1821 yılına kadar Aşağı ve Yukarı Mısır’daki ekilebilir arazinin tamamını kayda geçirdi ve vergilendirdi. Vakıf arazilerini zaruri masrafları hükümet tarafından karşılanmak üzere devletleştirdi. Böylece Mısır’ın hemen hemen bütün arazisi devletin malı oldu. Bir müddet sonra eşrafa, sivil ve askerî yüksek rütbeli görevlilere “ib‘adiyat” adı altında büyük topraklar verdiği gibi ailesinin ve maiyetinin önde gelenlerine çiftlik adı altında daha büyük araziler tahsis etti. Bu şahıslar vergiden muaf olmakla birlikte, arazileri işletmekle mükelleftiler. Takip edilen bu politika dahilinde Mehmed Ali’nin iktidarı döneminde ekilebilir arazi sahası iki misline çıkmıştı.
Hububata paralel olarak pamuk ziraatında da ciddi mesafeler katedildi. Pamuk cinsi ıslah edildi ve Mısır pamuk üretiminde önde gelen ülkelerden biri oldu. Fakat ağır vergiler ve tekel usulünden dolayı mahsulün çok ucuza satılması halkı fakirleştirirken idareyi zenginleştiriyordu. Bu usulün ziraat ve ticaretin yanı sıra sanayi için de geçerli olmasıyla küçük sanatların da ciddi bir şekilde etkilenmesi söz konusu olmuştur.
Mehmed Ali, devlet işlerini üyeleri kendisi tarafından tayin edilen ve merkezî yönetimi oluşturan divan ve meclisler vasıtasıyla yönetiyordu. Askerî, ticarî, hâricî vb. çeşitli işleri deruhte etmek üzere kurulan bu divanların en önemlisi, devlet işlerinin öncelikli olarak müzakere ve müşavere edildiği Dîvânü’l-hidîvî idi. Bu divanların yanı sıra bazısı istişarî yapıda olmak üzere birçok meclis vardı. Bunların başında kanun ve nizamları vazetme ile mükellef olan Meclisü’l-husûsî geliyordu. Mehmed Ali, 1813 yılından itibaren taşra idaresinin yeniden organize edilmesi işine girişti; vilâyetlerin sayısını azaltıp merkezî bir yönetimi buralarda hâkim kıldı. 1840 yılında yeni idarî taksimat gereğince Mısır yedi müdürlüğe ayrıldı. Her müdürlük merkezlere, merkezler kısımlara, kısımlar da nahiyelere bölündü.
Eğitim görmemiş olmasına rağmen gerek Mısır’daki gelişmeleri gerekse bu bölgeye yönelik devletlerin politikalarını yakînen takip eden ve kendi iktidarını güçlendirme noktasında politikalar geliştiren paşa, yayılmacı politikasına paralel olarak gerçekleştirdiği çeşitli reformlar ve yatırımlarla birlikte ülkede yeni bir yönetim tarzı oluşturdu, kısa sürede ülkenin gelirini ciddi bir şekilde arttırdı. Bununla beraber halkın refah seviyesinde fazla bir değişiklik olmadı.
Mehmed Ali Paşa’nın kültürel olarak takip ettiği çizginin bir Osmanlı çizgisi, konuştuğu dilin Türkçe ve dünyaya bakış açısının tipik bir Osmanlı bakış açısı olması önemlidir ve Mehmed Ali’nin Mısır milliyetçiliğinin öncüsü olarak değerlendirilmesinin yanlış bir yaklaşım olduğu açıktır. Osmanlı Devleti açısından ciddi bir problem teşkil eden Mısır krizinin mimarı olan Mehmed Ali’nin nihaî amacı idaresi altındaki bölgelerin siyasî geleceğini garanti altına almaktı. Uzun bir mücadele sonunda bunu başaran Mehmed Ali’nin mevcut politikaları bir bütün olarak ele alındığı ve neticeleri değerlendirildiği zaman kendisinin Mısır tarihinde yeni bir dönemin başlatıcısı olarak kabul edilmesi zarureti ortaya çıkmaktadır.