Cumhuriyeti Anlamak: Eleştirilerin Gölgesinde Gerçek Halkın Hikayesi
“Cumhuru olmayan cumhuriyet” iddiasına tarihsel yanıt… Bu makale, Türkiye Cumhuriyeti’nin halktan kopuk değil, bizzat halkın mücadelesiyle doğduğunu belgelerle ortaya koyuyor. Cumhuriyet, bir elit projesi değil; eşit yurttaşlık ve özgürlüğün ortak paydasıdır.
Rüştü Kam’ın “Cumhuru Olmayan Cumhuriyet mi Olurmuş?” başlıklı yazısında dile getirdiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinin “halktan kopuk”, “dini ve kültürel bağlamı reddeden”, “dayatmacı” bir proje olduğu iddialarını tarihsel, anayasal ve sosyolojik veriler ışığında değerlendirmektedir. İnceleme, Cumhuriyet’in ne bir elit dayatması ne de toplumsal hafızanın tahribi olarak nitelendirilebileceğini; aksine, modern yurttaşlık bilincini tesis eden ve halk egemenliğini hukuk zeminine oturtan bir dönüşüm olduğunu savunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, yalnızca bir rejim değişikliği değil, 19. yüzyıl sonu itibarıyla çökmekte olan bir imparatorluğun toplumsal yeniden doğuş hikâyesidir. Rüştü Kam’ın metni, Cumhuriyet’i “cumhuru olmayan”, yani halktan kopuk bir idare biçimi olarak resmetmektedir. Oysa tarihî belgeler, meclis tutanakları ve dönemin anayasal düzenlemeleri, bu iddiayı desteklememektedir. Cumhuriyet’in amacı cumhuru dışlamak değil, ilk kez hukukun öznesi hâline getirmektir.
İlgili Haber
Lozan kumpası söylemi okyanus ötesi çizgide
Cumhuriyet Halkın Egemenliğinden Doğmuştur
1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesi şöyledir:
“Hâkimiyet bila kayd ü şart milletindir.”
Bu ifade, Rüştü Kam’ın “cumhuru dışlayan cumhuriyet” tezini doğrudan çürütür. Çünkü Cumhuriyet, monarşik otoriteyi kaldırıp millet iradesini hukukî temele yerleştirmiştir. Osmanlı sisteminde halk “tebaa” idi; Cumhuriyet’le birlikte “vatandaş” statüsü kazanmıştır.
Nitekim tarihçi Erik Jan Zürcher’in ifadesiyle,
“Cumhuriyet, halkın siyasî özne olarak ilk defa tarihe girdiği dönüm noktasıdır.” [1]
Harf Devrimi ve Kültürel Süreklilik
Kam’ın iddiasına göre, Harf Devrimi “kültürel hafızanın kesilmesine” yol açmıştır. Oysa bu reformun gerekçesi, dilin konuşulduğu gibi yazılmasını sağlamak ve okuryazarlığı geniş kitlelere ulaştırmaktı.
1927’de okuryazarlık oranı %10 iken, 1938’de bu oran %30’a yükselmiştir [2].
Yani alfabe değişikliği, erişimi genişletmiş, elitlerin tekelinde olan okuryazarlığı “cumhurun” ortak becerisi hâline getirmiştir.
Kültürel kopuş iddiası da tarihî olarak zayıftır. Divan edebiyatı, halk şiiri, Mevlevî ilahileri ve klasik musikî eserleri Cumhuriyet döneminde yeniden yayımlanmış, 1930’larda Darülelhan (İstanbul Belediye Konservatuvarı) bu eserleri sistematik olarak arşivlemiştir [3].
Laiklik: Dinle Devlet Arasına Duvar Değil, Denge Koymak
Kam’ın eleştirilerinde laiklik “dini hayattan dışlama” olarak yorumlanmaktadır. Oysa Cumhuriyet laikliği, pozitivist bir din karşıtlığı değil, dinin devlet aracı olmaktan çıkarılmasıdır.
1924’te kurulan Diyanet İşleri Reisliği, dinî alanı düzenlemek için devlet bünyesinde tesis edilmiştir. Bu, Batı’daki sekülerleşme modellerinden farklıdır; Türkiye’nin kendine özgü bir laiklik pratiği geliştirdiğini gösterir.
Ezanın Türkçeleştirilmesi (1932–1950) uygulaması geçici bir kültürel deneydi; 1950’de Demokrat Parti iktidarıyla geri alınması, Cumhuriyet’in kendi hatalarını düzeltebilme kapasitesine sahip olduğunu kanıtlar. Bu süreç, sistemin totaliter değil, demokratik düzeltme mekanizmalarına açık olduğunu gösterir.
Tek Seslilik Eleştirisi ve Demokrasiye Geçiş
Kam, “tek sesli idare” ifadesiyle Cumhuriyet’in çok partili hayata geçememesini eleştirmektedir. Ancak tarihî bağlam göz ardı edilmemelidir.
1923–1950 arası, hem dış borçsuz bir ekonomi inşası hem de Sevr sonrası güvenlik tehdidiyle çevrili bir dönemi ifade eder. Aynı yıllarda Avrupa’da Mussolini, Hitler, Franco gibi totaliter liderler yükselmiştir. Türkiye bu ortamda tek parti rejiminden, 1950’de barışçıl seçimle iktidar değişimi gerçekleştiren nadir ülkelerden biri olmuştur.
Siyaset bilimci Bernard Lewis bu geçişi şöyle açıklar:
“Cumhuriyet, demokrasiye geçişi geciktiren değil, mümkün kılan çerçeveyi yaratmıştır.” [4]
Ekonomi ve Sanayileşme Gerçeği
Cumhuriyet’in “üretimi engellediği” iddiası da verilerle örtüşmemektedir.
1923–1938 arası dönemde, Sümerbank, Etibank, SEKA, TCDD gibi kurumlar kurularak sanayileşmenin temeli atılmıştır.
1930 Sanayi Planı ile tekstil, demir-çelik, çimento, uçak montajı ve kimya sektörlerinde 46 fabrika kurulmuştur [5].
Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ gibi girişimcilerin projeleri ekonomik ve teknik yetersizlik nedeniyle sürdürülememiştir; bu ideolojik değil, altyapısal bir sorundur.
Darbeler Cumhuriyet’in Değil, Cumhuriyet Karşıtlığının Ürünüdür
Kam’ın “her on yılda bir yapılan darbeler” eleştirisi, tarihsel olarak doğru olsa da, yanlış yönlendirilmiştir.
Darbeler, Cumhuriyet fikrinin değil, Cumhuriyet’in özündeki halk iradesi ilkesine yapılan müdahalelerdir.
1960, 1971, 1980, 1997 ve 2016’da yaşanan tüm askeri kalkışmalar “cumhuru koruma” bahanesiyle “cumhurun iradesini” bastırmıştır.
Buna rağmen Türkiye, her seferinde sandığa dönmeyi başarmış, Cumhuriyet kurumsal direncini kanıtlamıştır.
Yabancı Hukukların Benimsenmesi: Evrensel Hukukun Parçası Olmak
Cumhuriyet’in “yabancı kanunları ithal ettiği” yönündeki eleştiri, hukuk tarihini eksik okumaktır.
1926 Medenî Kanunu, İsviçre’den uyarlanmış, ancak Türk toplumsal yapısına uygun biçimde düzenlenmiştir.
Bu adım, kadın-erkek eşitliğini ve kişi özgürlüğünü güvence altına almıştır.
Prof. Tarık Zafer Tunaya’ya göre,
“Cumhuriyet hukuk devrimi, Batı’dan alınan metinlerin değil, evrensel insan hakları anlayışının yerelleştirilmesidir.” [6]
Cumhuriyet: Kültürel Baskı Değil, Toplumsal Eşitleme Projesi
Cumhuriyet’in “dili, dini, musikisi yasaklayan rejim” olduğu iddiası tarihsel olarak geçersizdir.
1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı kurulmuş, Türk Halk Müziği ve Klasik Türk Müziği bölümleri resmî olarak eğitime alınmıştır.
Aynı dönemde halk evlerinde ilahi, mani, türküler derlenmiş; Anadolu’nun kültürel mirası devlet desteğiyle arşivlenmiştir.
Yani Cumhuriyet, kültürü yok etmemiş, merkezî bir sistem içinde koruma altına almıştır.
Cumhuriyet, Cumhuru Özneleştiren Bir Dönüşümdür
Cumhuriyet, cumhuru kaybeden değil, onu devletin merkezine yerleştiren tarihsel bir devrimdir.
Kam’ın eleştirileri, çoğu kez tarihî bağlamdan kopuk, duygusal ve metaforik anlatımlar üzerine kuruludur. Ancak belgeler göstermektedir ki:
- Halk, ilk kez egemenlik hakkına kavuşmuştur.
- Eğitim ve hukukta eşitlik sağlanmıştır.
- Laiklik dini koruma altına almıştır.
- Demokrasiye geçiş barışçıl yollarla gerçekleşmiştir.
Sonuç olarak, “cumhuru olmayan cumhuriyet” değil, “cumhurdan doğan cumhuriyet” vardır.
Bu nedenle, Cumhuriyet’in varlık nedeni eleştirilen değil, anlaşılması ve sahiplenilmesi gereken bir tarihsel mirastır.
Kaynakça
[1] Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2019.
[2] Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Pegem Akademi, 2022.
[3] Özkan, Orhan. “Darülelhan’dan Konservatuvara: Müzik Arşivciliğinin Kurumsallaşması.” Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 346, 2021.
[4] Lewis, Bernard. The Emergence of Modern Turkey. Oxford University Press, 2001.
[5] Boratav, Korkut. Türkiye İktisat Tarihi 1908–1985. Ankara: İmge Kitabevi, 2020.
[6] Tunaya, Tarık Zafer. Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876–1938). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2018.
